Jeopolitiğin keskin dönüşünün yaşandığı bu yeni uluslararası ortamda Rusya-Ukrayna Savaşı, küçükten büyüğe tüm aktörler açısından bir “kaygı-korku adresi” olarak ön plana çıkıyor. “Tehditlere” dayalı “talepler”, sorunun doğrudan tarafı olmayan ülkeler açısından bile beraberinde “tereddüt” – “teyakkuz” durumuna, bunun sonucunda da “tercihler” bağlamında bir güvenlik arayışına, dolayısıyla da mevcut dengeleri ve statükoları değiştiren yeni oluşumlara yol açmış durumda.
“Üçüncü Dünya Savaşı” ve “nükleer savaş” tehdidinin rahatlıkla kullanılabildiği bu kaotik ortamda meselenin caydırıcılıktan öte bir hesaplaşmaya, irrasyonaliteye ve hiç de sağlıklı kabul edilemeyecek bir ruh haline dönüşmeye başlaması, hiç kuşkusuz diyalog zeminine ve diplomasi arayışlarına da darbe vurmakta. Nitekim tüm dünyanın en temel sorunu olarak karşımıza bir barış inşa sorunu-zorluğu çıkmakta.
Bunun en somut son örneklerinden biri, yukarıda da ifade edildiği üzere Rusya-Ukrayna Savaşı. Krizin her geçen gün daha da tırmandığı bu ortamda her iki devlet arasında üst üste müzakereler gerçekleştiriliyor. Adeta başarısızlık üzerine inşa edilmiş bir müzakere arayışı söz konusu. Nitekim ilk üç müzakere sonrası, şimdiden dördüncüsünün başarısız olarak nitelendirilmesi, 5. müzakereye ve diğerlerine işaret ediyor.
Barışa Giden Yolda Antalya Görüşmesi
Bu kapsamda 10 Mart’ta Antalya’da Rusya, Ukrayna ve Türkiye dışişleri bakanlarının bir araya gelmesi oldukça önemli. Üçlü görüşme büyük bir ihtimalle beraberinde bir ateşkesi getirmeyecek gibi görünse de diğer taraftan söz konusu görüşmeye katılım bağlamında süreçte bir üst aşamaya geçildiği hemen dikkatleri çekiyor. Bu da bizlere her iki tarafın savaşarak barışı getiremeyeceklerini anladıklarını, dolayısıyla da diplomasiye daha fazla önem vermeye başladıklarını gösteriyor.
Bir diğer ifadeyle, her ne kadar her iki taraf görüşmelerden bugüne kadar bir sonuç çıkmadığını söyleyerek diğeri üzerinde bir baskı oluşturmaya çalışsa da bu taktiğin kendisi bile aslında bizlere tarafların görüşmelere halen bir şans tanıdığını gösteriyor. Aynı şekilde Ukrayna’nın sürekli olarak Batı’ya yardımlar noktasında çağrı yapması, onları ülkelerine davet etmesi, buna karşılık Rusya’nın başta çevre ülkeler olmak üzere, ilgili ülkelere sert bir üslupla yaklaşması da aslında tarafların aralarındaki sorunu baş başa çözme ve barışı getirme arzularını, bu noktadaki isteklerini ortaya koyuyor.
Açıkça ifade etmek gerekirse, Rusya açısından Kiev’e girmek de bir sıkıntı, girmemek de. Zira bunun kazananı olmayacağını bu konuya biraz hakim bir insan bile rahatlıkla söyleyebilir. Dolayısıyla Rusya tam manasıyla bir ikilem içerisinde, çıkmazda. Bundan ötürü Antalya görüşmesi Rusya-Ukrayna Savaşı’nda barışa giden yola yeni bir kapı aralayacaktır.
Jeopolitik Fay Hatları
Rusya-Ukrayna Savaşı, hiç kuşkusuz Avrupa’dan Asya’ya uzanan geniş bir hatta jeopolitik fay hatlarını da tetiklemiş vaziyette. Söz konusu mevcut-potansiyel krizler, başta savaş olmak üzere, önümüzdeki süreçte yaşanabileceklerle ilgili önemli ipuçları da veriyor. Bu gelişmelere baktığımızda karşımıza ana hatlarıyla şu mevzuların çıktığını görüyoruz:
- Almanya’nın savunma bütçesi için ek 100 milyar Avroluk bütçe ayırması ve ordusunu güçlendirme kararı alması
- Avrupa, Avrupa Birliği (AB) ve NATO’nun yakınlaşması
- İran’ın Viyana görüşmeleri
- Çin’le Rusya arasındaki ilişkinin geldiği nokta
- Yeni enerji tedariki çalışmaları
- Yeni swap anlaşmaları
- Tayvan ve Kuril Adaları mevzularının tekrar gündeme gelmesi
- Daha da önemlisi, yaptırımlar ve sonuçları
Bu maddeler hiç kuşkusuz daha da çoğaltılabilir. Fakat sonuçları itibarıyla her biri birer analiz konusu olmaya aday bu gelişmeler, mevzuyu anlamak için fazlasıyla yeterli. Nitekim bu maddelere bakıldığında Soğuk Savaş’ın yeniden, yoğun bir şekilde dönüşüne şahitlik etmekteyiz. Yöntemleri, araçları ve aktörleri değişmiş bir Soğuk Savaşın başladığını görüyoruz.
Çin “Muğlaklığı” ve İpek Yolu’na Mola
Olaylar karşısında bir gün taraflardan birine destek veren, sonraki gün destek verdiğine muhalif kesilen ve daha olmadı tarafsız kalmaya çalışan bir Çin ile karşı karşıyayız. Bulanık suda balık avlama olarak da izah edilecek bu husus, hiç kuşkusuz Çin’i güvenilir bir aktör olmaktan çıkartıyor, onun imajına zarar veriyor.
Afganistan’daki belirsizlik ve Rusya-Ukrayna Savaşının Çin’i etkilediği dikkatlerden kaçmıyor. Pekin’in bölgesel krizler karşısında çok da başarılı bir sınav vermediği algısının her geçen gün güçlendiği bir ortamda, jeopolitik belirsizliklerin Çin’e projeleri hususunda fren yaptırdığı görülüyor. Örneğin İpek Yolu Projesinde Çin mola vermiş izlenimi veriyor.
Orta Asya ve Güney Asya Hattında Ortak Gelecek Arayışları
Orta Asya ve Güney Asya devletlerinin bugün itibarıyla izledikleri siyaset (sessiz politika), Yeni Dünya Düzeni inşa sürecindeki belirsiz gelecek ve olası jeopolitik depremlere karşı güçlü bir pozisyon alışa ve süreçten başarılı bir şekilde çıkmayı hedefleyen, kazan -kazan anlayışına dayalı işbirliğine ve bu kapsamda takip edilen ön alıcı, yapıcı bir diplomasiye işaret ediyor.
Bu yeni politikanın önümüzdeki kısa-orta dönemde ekonomi, enerji ve tedarik yollarının güvenliği sorunları başta olmak üzere, Asya’dan Avrupa’ya kadar hatta, bütün coğrafyayı doğrudan etkileyeceği görülmektedir.
“Ben” Değil, “Biz” Anlayışını Hakim Kılmak
Böylesi belirsizlikler, jeopolitik meydan okumalar-hesaplaşmalar ortamında bu krizden nasıl kurtulabilinir sorusuna “ben” değil, “biz” ile cevap vermek zamanı, kurtuluşun ana formülü olarak karşımıza çıkıyor.
Ülkelerin öncelikle kendi yakın çevrelerinden başlamak üzere, büyük-küçük devleti ayrımı yapmaksızın, onların bağımsızlığına, egemenliğine, toprak bütünlüğüne saygı ile yaklaştığı ve kolektif bir duruş sergilediği durumlarda aşılamayacak kriz yoktur.
Ukrayna hadisesiyle birlikte “küçük devlet” anlayışının ortadan kalktığına hep birlikte şahit olmaktayız. Ayrıca Ukrayna tarafından bir süper güç olan Rusya’ya karşı verilen direniş (nasıl neticeleneceği merak konusu olmakla birlikte), önümüzdeki sorunların çözümü noktasında savaşın bir fayda sağlamadığını göstermesi açısından da önem arz ediyor.