Transatlantik ilişkileri uzun yıllardır birçok gerginliği barındırsa da Atlantik’in iki yakası arasındaki güvensizliğin Trump döneminde olduğu kadar derinleştiği çok az tarihsel örnek verilebilir. Bu bakımdan, her fırsatta Avrupalı müttefiklerini eleştiren, onlara yukarıdan bakan ve ülkesinin güvenlik taahhütlerini sürdürmekteki isteksizliğini gizlemeyen Trump’ın, selefine bir enkaz devrettiğini söylemek abartı olmayacaktır.
Biden’ın dış politikaya ilişkin verdiği mesajlarda en fazla vurguladığı husus ABD’yi yeniden güvenilir bir küresel güce dönüştürme hedefi olmuştur. Bu hedef, Trump döneminde oluşan hasarın tamiri anlamına gelmektedir. Fakat üslup ve yöntem olarak Biden’ın Trump’tan farklılaştığı konusunda kimsenin şüphesi olmasa da dış politika önceliklerine bakıldığında aynı oranda bir farklılaşmadan bahsetmek mümkün değildir.
Biden, Transatlantik ilişkilerinde yeni bir sayfa açmaya niyetlidir ama bu niyetin varlığı çıkar farklılıklarının ve anlaşmazlıkların kendiliğinden çözümü anlamına gelmemektedir. Biden, yeni bir sayfa açarken Avrupalı müttefiklerinden ABD’nin küresel hedefleriyle uyumlu politikalar talep edecektir.
Uzun bir süredir stratejik özerklik peşinde koşan Avrupa ise bu hedefinin ne kadar hayati bir gereklilik olduğunu Trump döneminde bir kez daha görmüştür. Transatlantik ilişkilerinde yeni bir başlangıç olumlu karşılansa da ABD’nin küresel hedefleriyle uyum konusunda tereddütler varlığını sürdürmektedir. Bu nedenlerle, daha dengeli ve olgun bir ilişki biçimi adına umut veren bir döneme girilmekte fakat çözüm bekleyen birçok sorun ihtiyatlı bir bekleyişi gerektirmektedir.
Benzer öngörüleri Türkiye açısından da tekrarlamakta sakınca yoktur. Bu noktada, Transatlantik ilişkilerinde öne çıkan ve Türkiye’yi yakından ilgilendiren bazı sorunlar ele alınarak, Türk dış politikasına ilişkin bazı yorumlar yapılabilir.
En temel sorunların başında Rusya’yla nasıl bir ilişki kurulacağı gelmektedir. ABD, müttefiklerinden Rusya’ya karşı ortak bir tutum alınmasını talep etmektedir. Bu konuda Biden’ın Trump’tan daha kararlı ve talepkâr olduğu bile söylenebilir. Rus doğalgazına bağımlı olan ve aslında Rusya’yı bir tehdit olarak görmeyen Avrupalıları ikna etmek ise kolay görünmemektedir. Türkiye açısından da Rusya’yla ilişkiler temel bir sorun teşkil etmektedir. Biden yönetimi Türkiye’nin Rusya’yla kurduğu yakın işbirliğini bir sorun olarak görmektedir ve Türkiye’den bu süreci durdurmasını isteyecektir.
Türkiye’yi daha en başta Rusya’yla yakınlaşmaya iten nedenlerden biri ABD’nin güvenilir bir müttefik olmaktan çıkmasıdır. Üstelik Ankara ile Moskova arasındaki bu işbirliği son derece pragmatik bir karakter taşımaktadır ve birçok anlaşmazlığa rağmen ilerlemektedir. Bu nedenle ABD’nin güven artırıcı adımlar atması halinde Türkiye Rusya’yla ilişkilerini gözden geçirecektir. Fakat Türkiye, Rusya’yla işbirliğinden bugüne dek elde ettiği kazanımlara büyük bir önem vermektedir ve ilişkilerin gözden geçirilmesi çatışmacı bir ilişkinin ortaya çıkmasına izin verecek kadar ileri gitmeyecektir. Bu bağlamda, Rusya’yla daha dengeli bir ilişkiyi savunan Almanya gibi bazı Avrupa ülkeleriyle Türkiye’nin ortak bir tutumu paylaştığını not etmekte fayda vardır. Bu durum Türkiye’ye belirli bir hareket alanı açmaktadır.
Transatlantik işbirliğini güçlendirmek, Biden’ın en belirgin dış politika hedeflerinden biridir. Biden, Avrupalı müttefiklerinden de aralarındaki uyumu artıracak yönde adımlar bekleyecektir. Bu durumda Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de Yunanistan’la yaşadığı sorunlar dikkat çekmektedir. ABD’nin önümüzdeki dört yıl boyunca Doğu Akdeniz ve Kıbrıs konusunda daha aktif bir politika izlemesi beklenebilir. ABD’nin önceliği bölgedeki gerilimi azaltmak olacaktır ama bu alandaki başarısını ne oranda tarafsız kalabildiği belirleyecektir.
Biden’ın bu konudaki pozisyonu henüz net değildir. Doğu Avrupa, Ortadoğu ve Akdeniz’deki birçok bölgesel sorun karşısında da Biden’ın tutumu henüz netleşmemiştir. Özellikle İran’a yönelik nasıl bir politika izleneceği merak konusudur. Kesin olan tek bir şey vardır ki o da Obama ve Trump’ın üzerinde uzlaşmış olduğu üzere Biden da mümkün olduğu kadar az Amerikan askerini yurtdışına göndermek istemektedir. Bu tarz bir dış politika yaklaşımı, sözü edilen bölgelerde müttefiklerine daha fazla güvenen ve onlara rol veren bir strateji anlamına gelmektedir. Kaldı ki Biden’ın Transatlantik işbirliğine önem vermesi büyük ölçüde buradan kaynaklanmaktadır. Fakat Avrupalılar uluslararası müdahalelerin maliyetini üstlenmekte hiç de istekli değildir.
Transatlantik ilişkilerinin önem kazanmasının bir diğer nedeni ABD’nin küresel çıkarları doğrultusunda stratejik ortaklıkların güçlendirilmesi ihtiyacıdır. Tıpkı Trump gibi Biden da ABD’nin küresel konumuna yönelik en önemli meydan okumanın Çin’den kaynaklandığını düşünmektedir. Aslında Obama döneminde de benzer bir yaklaşım olduğu söylenebilir. Bu anlamda hem müdahaleci olmayan hem de Çin’in yükselişine öncelik veren dış politika düşünüldüğünde son üç başkan arasında bir değişimden çok süreklilikten bahsetmek daha doğru olacaktır.
Ne Avrupa ne de Türkiye Çin’i bir tehdit olarak görmektedir. Dolayısıyla ABD’nin Çin’i çevrelemeye yönelik hamlelerine Avrupalı müttefiklerinin destek vermesi beklenmemelidir. Ancak uluslararası ticarete ilişkin sorunlarda, çevre ve iklim değişikliğine ilişkin düzenlemelerde, Kuşak ve Yol Projesine karşı yapılacak hamlelerde ve bunlara benzer somut alanlarda işbirliğine gitmek mümkündür.
Biden Trump’tan farklı olarak Çin’e karşı daha yumuşak bir üslup kullanabilecek olsa da Çin’le ticaret savaşının ortasında başkanlık koltuğuna oturmaktadır. Aynı zamanda Amerika’nın çok ciddi toplumsal ve ekonomik sorunlarla karşılaştığı bir dönemde göreve başlamaktadır. Dolayısıyla iç politika öncelikleri dış politikayı da etkileyecektir. Çin’e karşı izlenecek dış ticaret politikasının temel amacı ülkede istihdam yaratmak olacaktır. Yurtdışına daha az asker göndererek ise kaynakların ülkede yatırıma dönüşmesi amaçlanmaktadır.
Biden, zorlu iç politik ortamı yönetmek için istikrarlı bir uluslararası ortama ihtiyaç duymakta ve bu istikrarı sağlamak için müttefiklerinin desteğini temin etmeye çalışmaktadır. Trump da aynı ihtiyacı duymuş ama müttefiklerini güvenlik alanında yeterince sorumluluk üstlenmemekle ve dış ticarette Amerika’dan faydalanmakla suçlamıştır. Uzlaşmak yerine çatışmayı tercih etmiştir. Biden’ın müttefiklerinden beklentisi Trump’tan farklı değildir, sadece onları suçlayıcı bir tavır yerine işbirliğini öne çıkaran bir yöntemi benimsemektedir. Bu yöntemin başarılı sonuçlar vermesi muhtemeldir ama ABD sadece müttefiklerinin katkısını bekler ve yapıcı adımlar atmazsa yeni dönemde fazla bir şey değişmeyecektir.