İngiltere ile İran arasındaki ilişkilerde, tarih boyunca inişli çıkışlı dönemler yaşanmıştır. İngiltere’nin Batı Asya’da önemli bir aktör olduğu 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın ilk yarısında, İran’ın bu ülkenin nüfuzu altında olduğu bilinmektedir. Söz konusu süreçte Londra yönetimi, İran’ın iç işlerine sürekli olarak müdahalelerde bulunmuştur. Bahse konu olan müdahalelerin sonuncusu ise 1953 yılında seçilmiş Başbakan Muhammed Musaddık’a karşı Amerika Birleşik Devletleri’yle (ABD) birlikte düzenlenen ve Ajax Operasyonu adıyla bilinen darbe olmuştur. Bu süreç, İran toplumunda İngiltere’ye karşı olumsuz bir algının oluşmasına sebep olmuştur. İraj Pezeshkzad’ın 1973 yılında yayınladığı ve günümüze kadar popülaritesini koruyan “Dayım Napolyon (Dayican Napoleon)” kitabı da İran toplumunun İngiltere algısını yansıtmaktadır. Nitekim 2017 yılında Donald Trump’ın ABD Başkanı olarak seçilmesi de taraflar arasındaki ilişkilere yansımış ve Londra-Tahran hattında gergin bir dönem yaşanmaya başlamıştır. Son olarak 4 Temmuz 2019 tarihinde İran’a ait bir petrol tankerinin Cebelitarık Boğazı’nda İngiltere tarafından alıkonulması ise bu gerilimin zirve noktasına ulaşmasına neden olmuştur. Bahsi geçen olayın daha iyi anlaşılabilmesi için iki ülke arasındaki ilişkilerin incelenmesi gerekmektedir.
İngiltere’nin İran politikasını şekillendiren birkaç etken bulunmaktadır. Bunların en önemlisi, geçmişte İngiltere ile Rusya arasında yaşanan ve günümüzde ABD ile Rusya arasında devam eden küresel jeopolitik rekabettir. Bu rekabette Rusya, sıcak denizlere açılmak için güneye doğu yayılırken; İngiltere/ABD, Avrasya kıtasının içine doğru açılmaktadır. İran ise mevzubahis rekabette önemli bir geçit olarak dikkat çekmektedir. Bu konumundan dolayı her iki taraf da tarih boyunca İran’ı kontrol etmeye çalışmıştır. Söz konusu ülkenin kontrol altında tutulma arzusu günümüzde de devam etmektedir. Ancak ABD’nin bahsi geçen ülke üzerindeki hâkimiyeti, 1979 yılında gerçekleşen İslam Devrimi’yle sona ermiştir. Bu nedenle de 2000’li yıllardan itibaren İran, Rusya’yla yakın işbirliği geliştirmeye çalışmıştır. Gelinen noktada ABD’nin İran’a uyguladığı baskı karşısında Rusya, İran’ın hamisi olarak algılanmaktadır.
ABD ile İngiltere arasındaki “özel ilişkiler”den dolayı Londra, Washington’un İran politikasına destek vermektedir. İslam Devrimi’nden sonra İngiltere, Tahran Büyükelçiliği’ni kapatmış ve diplomatik ilişkileri askıya almıştır. Tahran tarafından ABD, “Büyük Şeytan” olarak tanımlanırken; İranlıların İngiltere’nin algısı da buna yakındır.[1] Bahse konu olan algılayış sebebiyle 1979 ile 1988 yılları arasında iki ülke ilişki kurmamıştır. Benzer bir şekilde 2000’li yıllarda; yani George W. Bush döneminde, İran’ın “kötülük ekseni”nde yer alan ülke olarak tanımlanması da Londra-Tahran münasebetlerine olumsuz yansımıştır. İran’a nükleer faaliyetlerinden dolayı uygulanan ekonomik yaptırımlar döneminde de taraflar arasındaki ilişkiler olumsuz bir seyre sahip olmuştur. Örneğin 2011 yılında İngiltere, Tahran’daki diplomatik temsil düzeyini alt seviyelere indirmiştir. Aynı yıl Tahran’daki İngiltere Büyükelçiliği’ne saldırı düzenlenmiş ve Londra, büyükelçiliği tamamen kapatmıştır. İlişkilerin düzeldiği 2014 yılına kadar İngiltere’nin çıkarları İsveç’in Tahran Büyükelçiliği aracılığıyla korunmuş ve buna karşılık İran’ın İngiltere’deki çıkarlarını da Umman’ın Londra Büyükelçiliği savunmuştur. 4 Temmuz 2019 tarihinde İran’a ait bir petrol tankerinin İngilizler tarafından alıkonulması da bu gergin sürecin bir parçası olarak değerlendirilebilir. Nitekim İspanya Dışişleri Bakanı Josep Borrell de tutuklamanın ABD’nin talebi üzerine gerçekleştiğini dile getirmiştir.[2]
Bölgesel düzeyde İngiltere’nin İran politikasını şekillendiren bir diğer konu da İslam Dünyası faktörüdür. Safeviler döneminden itibaren Osmanlı Devleti’nden tehdit algılayan İran, bu tehdide karşı Avrupalı güçlerle işbirliği yapmıştır. Bu çerçevede İngiltere ile İran arasındaki işbirliği de gelişmiştir. Osmanlı Devleti’ne bağlı Arap coğrafyalarında nüfuzu artan İngiltere’nin İran’la ilişkileri de güçlenmiştir. Dolayısıyla Türkler ile İranlılar arasındaki tarihi rekabet, İngiltere için son derece önemlidir. İslam Dünyası’ndaki bu rekabet, zamanla mezhep temelli olarak gelişen İran-Suudi Arabistan mücadelesine dönüşmüşse de İran’ın bölgede Türkiye’ye karşı önemli bir denge unsuru olarak görüldüğü ifade edilebilir.
Jeopolitikten bağımsız olarak İran’ın içişlerinde yaşanan olaylar da ikili ilişkileri olumlu veya olumsuz şekilde etkileyebilmektedir. Örneğin 1988 yılında açılan İngiltere’nin Tahran Büyükelçiliği, Selman Ruşti Olayı nedeniyle 1989 senesinde yeniden kapatılmıştır. Ancak 1998 yılında; yani reformist kişiliğiyle tanınan Muhammed Hatemi’nin cumhurbaşkanlığı döneminde, ikili ilişkiler yeniden iyileşmiş ve İngiltere Dış Politika Sekreteri Jack Strow, İran’ı ziyaret etmiştir.[3] 2011 yılında ise İngiltere Büyükelçiliği’ne yapılan saldırıdan sonra Tahran’daki büyükelçilik tamamen kapatmıştır. 2013 yılında yine reformist bir isim olan Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin göreve gelmesiyle ikili ilişkiler restore edilmiştir. İngiltere Başbakanı David Cameron ve İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, 2014 yılının Eylül ayındaki Birleşmiş Milletler (BM) toplantısı esnasında bir araya gelmiştir. Bu görüşme, İslam Devrimi’nden bu yana iki ülke arasında yapılan en üst düzey diplomatik temas olmuştur.[4]
Görüldüğü üzere, İngiltere-İran ilişkilerini İranlıların İngiltere algısı da şekillendirmektedir. İran’daki muhafazakârların İngiltere algısı olumsuzdur. Ancak reformistlerin algısı bunun tam tersi yöndedir. Bundan dolayı İran’ın İngiltere algısında mevzubahis ülkenin “hem dost hem düşman” olarak tanımlandığı ifade edilebilir. Aslında 20. yüzyılın başına kadar İranlıların İngiltere algısının olumlu olduğunu söylemek mümkündür. Bu dönemde İngiltere’nin değerleri, İranlıların hayallerini süslemiştir. Örneğin 1906 yılında gerçekleşen Meşrutiyet Devrimi’nde, İranlıların İngiltere tarzında bir “anayasal monarşi” kurma hedefi etkili olmuştur. Yani İran tarafından İngiltere, söz konusu dönemde çekim ve hayranlık merkezi olarak değerlendirilmiştir. Ancak Birinci ve İkinci Dünya Savaşları esnasında İranlılar, İngiltere’ye ilişkin hayal kırıklıkları yaşamıştır. Bu nedenle “Her taşın altından İngilizler çıkar” ve “İngiliz gizli eli” gibi deyişler Fars dilinde kendine yer bulmaya başlamıştır.[5] Özellikle de Pehlevi rejiminin zora dayalı yöntemlerin kullanılması suretiyle uyguladığı Batılılaşma reformlarından dolayı İran halkı, başına gelen bütün belaların müsebbibi olarak İngilizleri görmeye başlamıştır. Şah Rıza Pehlevi’yi İngilizlerin iktidara getirmiş olması, 1941 yılında onu tahttan indirip yerine oğlunu geçirmeleri ve özellikle de Musaddık’a yapılan darbe, İranlıların İngiltere algılarını olumsuz etkilemiştir.
İslam Devrimi öncesinde Şah Muhammed Rıza Pehlevi de muhalifleri tarafından ABD ve İngiltere’nin kuklası olmakla suçlanmıştır. Aynı şekilde İran’daki reformcu liderlerin İngiltere’ye yakın durmasından dolayı onlar da muhafazakâr kesim tarafından birer “Batı projesi” olarak algılanmaktadır. Bu bağlamda Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani hakkında da muhafazakârlar arasında benzer bir kanaatin olduğu belirtilebilir.
Neticede İngiltere’nin İran politikasını, jeopolitik unsurlar ve İran’ın kimlik algılayışı belirlemektedir. Meselenin jeopolitik ayağında Washington ile Londra arasındaki “özel ilişkiler”den dolayı İngiltere, ABD’nin yanında konumlanarak bu ülkenin İran karşıtı tutumunu desteklemektedir. Bu çerçevede ABD’nin İran’a askeri müdahalede bulunması durumunda, İngiltere’nin ABD’yi destekleyeceği öngörülebilir. Nitekim İngiltere Hükümeti’nin resmi internet sitesine bakıldığında da İran’la ilişkilere dair haberlerde daha çok uyarı niteliğindeki haberlerin yer aldığı görülmektedir.[6] Dolayısıyla ABD’nin İran’a yönelik baskı politikasında ve İran’ı provoke etme girişimlerinde İngiliz kartını oynamaya başladığı öne sürülebilir. İngiltere’nin Brexit sürecinde olmasına rağmen AB’nin Suriye’ye uyguladığı yaptırımların delinmesini gerekçe göstererek İran’a ait bir petrol tankerini Cebelitarık’ta alıkoyması ise Washington’un bu krize Avrupa’yı da dahil etmek istediği şeklinde yorumlanabilir. Kısacası ABD ile İngiltere arasındaki özel ilişkiler, Londra’nın Tahran tutumunu şekillendirmektedir.
İran’daki muhafazakâr-reformcu ayrımı da ilişkiler açısından dikkat çekicidir. Zira İran’daki pek çok reformistin İngiltere’deki üniversitelerde eğitim aldığı bilinmektedir. Şüphesiz bu durum, İngiltere’nin İran’daki yumuşak gücünü göstermektedir. Bu nedenle de İran’da rejim değişikliği yaşanması halinde ya da reformlar yapılarak rejimin ehlileştirilmesi durumunda, bu yöneticiler aracılığıyla iki ülke arasındaki ilişkilerinin ve dolayısıyla ABD-İran ilişkilerinin güçleneceği ve İngiltere’nin İran’daki nüfuzunun artacağı iddia edilebilir. Son tahlilde Washington, Londra’yı kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaktadır.
[1] Peter Neville, Historical Dictionary of British Foreign Policy, Scarecrow Press, Lanham 2013, s. 157.
[2] “Iranian Official Threatens to Seize British Oil tanker”, BBC News, https://www.bbc.com/news/uk-48882455, (Erişim Tarihi: 16.07.2019).
[3] Peter Neville, Historical Dictionary of British Foreign Policy, Scarecrow Press, Lanham 2013, s. 157.
[4] “David Cameron Holds Talks with Iran’s Hassan Rouhani”, BBC News, https://www.bbc.com/news/uk-politics-29345404, (Erişim Tarihi: 16.07.2019).
[5] Abbas Amanat, “Introduction: Iranian Identity Boundaries: A Historical Overview”, der., Abbas Amanat-Farzin Vejdani, Iran Facing Others: Identity Boundaries in a Historical Perspective, Palgrave, 2012, s. 148.
[6] “News and Communications”, Gov.uk, https://www.gov.uk/search/news-and-communications?page=1&world_locations%5B%5D=iran, (Erişim Tarihi: 16.07.2019).