Suriye’de, yıllardır süren iç savaşın düğümlendiği bölge haline gelen İdlib’de gerilim her geçen gün tırmanmaktadır. İdlib, muhaliflerin kontrolünde kalan son büyük yerleşim yeridir. Rusya ve Esad rejimi burayı da muhaliflerden temizleme hedefinde olduklarını hiçbir zaman gizlememiştir. Geçtiğimiz Eylül ayında, bölgeye yönelik bir operasyon gündemdeyken, Türkiye ile Rusya’nın sağladığı Soçi Mutabakatı ile gerilimin önüne geçilmiştir. Ancak bu mutabakat son günlerde aşınmaya başlamıştır. Rusya, Türkiye’nin üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmediğini iddia etmekte, Esad rejimiyse Rus hava desteğiyle askeri baskısını artırmaktadır.
İdlib, Türkiye için son derece önemlidir. Türkiye’nin öncelikli kaygısı, olası bir operasyonun yeni bir insani krize yol açmasıdır. Dört milyona yakın nüfusu ve Türkiye sınırına olan yakınlığı nedeniyle, muhtemel bir göç dalgası insani açıdan büyük sorunlara yol açabilecektir. Türkiye açısından İdlib’i önemli kılan bir diğer unsur, PYD/YPG’nin Akdeniz’e ulaşma stratejisi bakımından kritik bir bölge olmasıdır. Ancak Türkiye, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonlarıyla bu stratejinin önüne geçmiştir. Bir diğer stratejik kaygı ise İdlib’in Esad rejiminin eline geçmesi durumunda, Türkiye’nin kontrolündeki bölgeler dışında muhaliflerin yer aldığı neredeyse hiçbir toprak parçasının kalmayacak olmasıdır. Bu gelişme, nihai çözüme ilişkin müzakere masasında muhaliflerin kozlarını kaybetmesi ve Esad rejiminin kesin bir üstünlük elde etmesi anlamına gelebilir.
İdlib’deki gelişmeler, Türkiye-Rusya ilişkileri açısından da kritik bir süreci yansıtmaktadır. İki ülke, Suriye’de taban tabana zıt politikalar izledikten sonra bu farklılıklarını bir kenara bırakarak 2016’dan itibaren işbirliğine yönelmişlerdir. Ancak işbirliğine gidilmesi, en temelde yatan anlaşmazlıkları ortadan kaldırmamıştır. İdlib, Suriye’de süren Türk-Rus işbirliğinin kırılgan karakterini gözler önüne sermektedir. Rusya, İdlib’i iki sebeple Türkiye’ye karşı bir koz olarak kullanmaktadır. Birincisi, S-400 alımından vazgeçilmesi için ABD’nin Türkiye üzerindeki baskısı artmıştır. İkincisi, Fırat’ın doğusunda oluşturulması planlanan tampon bölge için Türkiye ile ABD arasında müzakereler sürmektedir. Bu iki meselede, uzlaşıya varılması halinde Türkiye Rusya’dan uzaklaşarak ABD’ye yakınlaşacaktır. Bu ihtimale karşı Rusya, İdlib’i Türkiye’ye karşı bir baskı aracına dönüştürmüştür.
Türk-Rus ilişkilerinde bu sorunlar artarken, İdlib konusunda Türkiye ile ABD’nin birbirine yakın bir pozisyonda olmaları dikkat çekmektedir. ABD ve diğer Batılı ülkeler İdlib’de topyekûn bir operasyona karşı çıkmaktadır. Bu nedenle, Suriye’nin kuzeyindeki Türk askeri varlığı, İdlib’e yönelik olası operasyonun önünde duran bir direnç noktasıdır ve ABD için değerlidir. Diğer yandan, ABD’nin önem verdiği bir başka mesele Türkiye ile Rusya arasındaki yakınlaşmanın önüne geçmektir. Ortadoğu’da artan Rus varlığı, ABD için kaygı vericidir ve Rusya’nın dengelenmesi gerekmektedir. Öyle ki, ABD Başkanı Donald Trump’ın Suriye’den asker çekme kararını alırken, Türkiye’yi kendi yanına çekerek Türk-Rus ilişkilerindeki potansiyel sorunları tetiklemeyi hedeflediği söylenebilir. ABD’nin S-400 meselesindeki tutumu -her ne kadar bir çeşit şantaja dönüşmüşse de- Türkiye’nin Rusya’yla askeri alanda kurumsallaşan işbirliğini önlemeye yöneliktir.
ABD’nin Suriye’deki bir diğer önceliği İran askeri varlığının bu ülkeden temizlenmesidir. Hem bu hedefe ulaşmak hem de Rusya’yı dengelemek üzere, Suriye’de süren Türkiye-Rusya-İran işbirliğini zayıflatmak ABD için uygun bir stratejidir. Bu stratejiyi uygulamak içinse Türkiye’yle ilişkilerin iyileştirilmesi gerekmektedir. Washington yönetimi Suriye’den asker çekme ve tampon bölge oluşturma yoluyla Türkiye’nin güvenlik endişelerini gidermek istemektedir. Amerikan güvenlik bürokrasisi asker çekme kararına direnç gösterse de iki ülkenin tampon bölge müzakerelerinde kaydettikleri aşama önemlidir. Ancak ABD, Türkiye’yle ilişkilerini normalleştirme arayışında, müttefiklik hukukuna yakışmayan seçeneklere de başvurmaktadır. S-400’lerin alınması halinde uygulanması gündeme gelecek yaptırımlarla Türkiye’ye tarafını seçmeye yönelik bir baskı uygulanmaktadır.
Türkiye, yaşadığı tüm krizlere rağmen ABD’yle diplomatik diyalog kapılarını her zaman açık tutmuştur ve sorunları çözme konusunda isteklidir. Üstelik, İdlib’deki gelişmelerin gösterdiği üzere, Türk-Rus ilişkileri kurumsallaşma yolunda olsa da halen kırılgan bir zeminde ilerlemektedir. Dolayısıyla Rusya’yı yeri geldiğinde dengeleyecek bir yapıya ihtiyaç vardır. Türkiye, S-400 antlaşmasını ve Rusya’yla imzaladığı diğer stratejik antlaşmaları NATO’dan kopuş olarak görmemektedir. Bugüne dek ABD’ye bağımlı bir dış politikanın zararlarını telafi etmek için kurulan bir denge mekanizması olarak görmektedir. Dolayısıyla Türkiye’nin dengeci bir dış politika için her iki ülkeyle de ilişkilerini belirli bir düzeyde tutması gerekmektedir. Ancak ABD’nin tutumu, dengeleri gözeten bir dış politikaya izin vermemektedir. Rusya ise daha yapıcı ve pragmatik bir aktör görünümü vermektedir. Bununla birlikte ABD Türkiye’yi bir karar vermeye zorlarken, Rusya İdlib üzerinden Türkiye’ye Suriye’deki kazanımlarını hatırlatmaktadır. Daha doğru bir ifadeyle, Suriye’deki güvenlik kazanımlarının Rusya’yla işbirliği sayesinde elde edildiğini göstermek istemektedir.
Türk dış politikası açısından çok sıcak bir döneme girildiği ortadadır. Normal şartlarda ilk S-400’lerin Haziran ayında teslim edilmesi gerekmektedir ancak birkaç aylık bir gecikmenin olabileceği daha önce Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar tarafından dile getirilmiştir. Bu arada Amerikan Savunma Bakan Vekili Patrick Shanahan’ın nezaketsiz mektubuna göre S-400’ler konusunda tercihini yapması için Türkiye’ye verilen tarih 31 Temmuz’dur. ABD’nin Türkiye üzerindeki baskısı devam ederken, İdlib’deki gerilim Türk-Rus ilişkileri açısından da kritik bir sürecin işlediğini göstermektedir. İdlib’deki sürecin ne yönde gelişeceği, Türk-Amerikan ilişkilerindeki krizin ne şekilde çözüleceği ile yakından alakalıdır. Dolayısıyla 31 Temmuz’a kadar Türkiye’yi çok zorlu bir diplomasi mücadelesi beklemektedir. Ancak bu tarihten önce, önümüzdeki günlerde G20 zirvesinde liderler düzeyinde yapılacak görüşmeler, her iki meselenin de akıbeti hakkında erken bir fikir verebilir.