İskoçya’da 18 Eylül 2014’de düzenlenen referandum; Avrupa siyasetinin, istikrarının hassasiyetini gözler önüne serdi. Öte yandan mevcut siyasi, idari yapıların köklü olduğunu da gösterdi. İskoçlar, yüzde 55’lik oy oranı ile Birleşik Krallığın korunmasından yana oldu. İskoçya’nın bağımsızlığını isteyen kesimin yüzde 45 olması ve Londra’nın İskoçya’nın özerkliğini artırması gibi vaatleri ileriki dönemde iki taraf arasındaki gündemin sıcak olacağını düşündürtmektedir. Odak noktasının İskoç Parlamentosu’na daha fazla yetki verilmesi olacağı tahmin edilmektedir.
İskoçya’nın referandumu ve sonucu; İngiltere-İskoçya ilişkilerini ve Avrupa’daki ayrılıkçı hareketlerin gücünü mercek altına almanın yanı sıra self-determinasyon konusunun uluslararası siyaset gündeminin kolaylıkla üst sıralarına çıkabileceğini göstermiştir. İngiltere ile önceden sağlanan uzlaşma sonucunda referandumun düzenlenmesi hukuki düzlemden ziyade dikkatin siyasete çevrilmesine neden olmuştur. Fakat siyasi düzlemede self-determinasyonun çalıştırılması süreci tartışmalı hale getirmiştir.
İlk başta akla gelen konu self-determinasyon için kullanılan gerekçelerdir. İskoçya’nın ayrılık için dile getirdiği gerekçeler karşılığında Londra’nın verdiği cevaplar önem arz etmektedir. İskoçlar; kültürel milliyetçilik ve refah üzerinde dururken İngiltere çeşitli alanlarda İskoçya’nın özerkliğini arttırma seçeneğini öne sürerek birliğin korunmasının iki tarafın da çıkarına olacağını savunmuştur. İskoçya Birinci Bakanı Alex Salmond birliğin artık ihtiyaçları karşılamadığını kaydetmişti. Petrol başta olmak üzere İskoçya’nın çeşitli doğal kaynaklara sahip olması hem self-determinasyonun hem de sonrasında bağımsız devletin garantörü olarak lanse edilmişti.
İngiltere Başbakanı David Cameron ise İskoç ekonomisinin iyileştirilmesini ve istihdamın artırılmasını ayrılığın ilacı olarak nitelendirmişti. Referandumdan hayır kararının çıkması durumunda Bölgesel İskoç hükümetine eğitim, belediye hizmetleri, ulaşım, sağlık ve vergilendirme alanlarında daha fazla özerklik ve yetki verileceğini belirtmişti. Cameron, referandum sonuçlarından sonra ise özerklik planının detaylarını açıkladı. İlgili görüşmelere hemen başlanacağını ve Ocak 2015’te taslak metnin yayınlanacağını kaydetti. Öte yandan Galler, Kuzey İrlanda ve İngiliz haklarının da kendi işlerinde daha fazla yetkiye sahip olması gerektiğini kamuoyu ile paylaştı. Böylelikle gündemin özerklik kapsamında çeşitli hukuki çalışmalara odaklanacağını işaret etti. Ayrıca özerkliğin çözüm olarak algılandığını İskoç kamuoyuna bir kez daha göstermiş oldu.
Self-determinasyonun İskoçya örneği özerkliğin tartışmalı bir konu olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Referandumu, İskoçların özerklik artırımı gibi çeşitli taleplerinde tarafların anlaşma sağlayamaması tetiklemiştir. 2014’ün son aylarına gelindiğinde ise bizzat Londra bahse konu seçeneği Birleşik Krallık’ın birlik ve beraberliğinin sağlanması için kullanmıştır.
İskoçya’nın ayrılması beraberinde yerel, bölgesel ve uluslararası çeşitli önemli gelişmeleri de gündeme getirebilirdi. Kültürel hakları öne sürerek ve özellikle kaynak temelli self-determinasyon talebinde bulunması ve hakkın çalıştırılması yerel alanda benzer örneklerin gündeme gelmesine neden olabilirdi. Örneğin Shetland adalarının self-determinasyon yönünde çeşitli adımlar atması tetiklenebilirdi. İskoçya gibi kaynağa sahip olması kendi kaderini tayin hakkını kullanmak için gerekçe teşkil edebilirdi. Zaten Salmond da Kuzey Denizi’nden çıkarılan petrolün gelirinin dağıtılacağını kaydederek referandum öncesinden önlem almak istemişti. İskoçya ve denizlerinde AB’nin gaz ve petrol rezervlerinin yarısından fazlasının bulunması İskoç ayrılıkçılarının elinde önemli bir kozdu fakat tabanda destek görmedi.
“Self-determinasyon dalgasının” yaşanması ihtimali doğrudan Avrupa’daki benzer hareketleri de gündeme getirmektedir. Örneğin İspanya’daki Katalanlar İskoçya’nın yarattığı söz konusu dalgayı yakalamayı hedeflemektedir. Kasım’da bağımsızlık için referanduma gidileceği açıklanmıştır. Madrid ise böyle bir adımı kabul etmeyeceğinin altını çizmektedir. İspanya, İskoç referandumuna olan tepkisini de öncesinden göstermiş, özellikle AB üyeliği için İskoçya’nın yeniden başvuruda bulunması gerektiğini savunmuştu. Mevcut dönemde ise Belçika’daki Flamanların, İtalya’nın kuzeyinin, Fransa’daki Bretonların, İspanya’daki Baskların İskoçya örneğini ne yönde yorumlayacağı merakla beklenmektedir.
Sonuç olarak 1.6 milyon İskoç bağımsızlık yönünde oy kullanmıştır. Bu orandan alacağı güçle İskoç Parlamentosu’nun gelir vergisi başta olmak üzere çeşitli alanlarda yetki artırımı taleplerini sıklıkla dile getireceği tahmin edilmektedir. Böylelikle self-determinasyon politikalarında bağımsızlık hedefinin yerine özerklik bir kez daha denenecektir. Tarafların özerklikten ne anladıkları ise müzakere sürecine ve sonucuna göre şekillenecektir. İskoç ayrılık talebi de etkili bir faktör olmaya devam edecektir.