Türkiye-Avrupa Birliği İlişkilerinde Kırılma

Paylaş

Avrupa Parlamentosu, 24 Kasım tarihinde Türkiye’nin üyelik müzakerelerinin dondurulması yönünde bir tavsiye kararı aldı. Parlamento kararı bağlayıcılığa sahip olmasa da Türkiye-AB ilişkilerinde önemli etkiler yaratma potansiyeline sahiptir. Nitekim karar hakkında hem Türkiye’den hem Avrupa’dan önemli açıklamalar geldi. Kamuoyunda da konu yoğun bir şekilde tartışıldı.

Alınan karara yönelik açıklamalar Türkiye-AB ilişkilerinde her iki tarafın da rahatsızlıklarını açıkça ortaya koymalarına imkân tanıdı. AB tarafına bakıldığında uzun bir süredir dile getirilen Türkiye’nin otoriterleştiği yönündeki eleştirilerin doruğa ulaştığı görülüyor. Olağanüstü hal yönetimi kapsamında alınan önlemlerin demokrasi sınırları içerisinde kalmadığı kanaatini AB’de tüm siyasi aktörlerin paylaştığı söylenebilir. Sunulan teklifin Avrupa Parlamentosu’ndaki tüm siyasi parti grupları tarafından desteklenmesi ve kararın ezici bir çoğunlukla kabul edilmesi bu durumu kanıtlar niteliktedir.

AB Konseyi, yani üye ülkelerin siyasi liderleri ise Türkiye’ye yönelik eleştirilerini dile getirseler de ilişkilerin dondurulması düşüncesinde değildirler. Zaten bu düşünce AB siyasi çevrelerinde hiçbir zaman doğmamıştır. AB geleneksel olarak Türkiye’nin müzakere sürecini elden geldiğince geciktirme, üyelik perspektifini zayıf tutma ama Türkiye’yi AB ekseninden uzaklaştırmama şeklinde bir politika izlemektedir. Bu anlayışın halen devam ettiği görülüyor. AB liderlerinin verdiği mesajlar Türkiye’ye yönelik eleştirilerin haklı olduğu, kendilerinin de Türkiye’yi eleştirdikleri ama üyelik sürecini dondurmanın bir fayda sağlamayacağı yönünde.

Üyelik sürecinin rafa kaldırılması şimdilik AB’nin planlarında yer almıyor. Ancak bu konu idam cezasının geri getirilmesi durumunda kaçınılmaz olarak gündeme gelecektir. İdam cezası bir bakıma AB’nin kırmızı çizgisi olarak değerlendirilebilir. Türkiye’nin atacağı böyle bir adım da sadece AB üyelik sürecini sonlandırmayacağı Avrupa Konseyi üyeliğimizin de gözden geçirileceği ve hatta sona erdirileceği unutulmamalıdır. Nitekim son günlerde yaşanan tartışmalarda Türkiye’nin Avrupa’yla kurumsal ilişkilerinin en önemli ayaklarından biri olan Avrupa Konseyi pek de gündeme gelmeyen bir konudur. Avrupa Konseyi şu an itibariyle Türkiye’nin tüm kurumlarında ve tüm karar alma süreçlerinde eşit bir şekilde temsil edildiği tek Avrupa örgütüdür. Dolayısıyla Avrupa’yla ilişkilerimiz gözden geçirilirken AB’nin yanında dikkate alınması gereken en önemli konulardan biri de Avrupa Konseyi’dir.

Türkiye tarafındaysa AB’nin eleştirileri ve idam cezasına ilişkin tartışmalara verilen tepkiler içişlerine müdahale olarak değerlendiriliyor. Ancak Avrupa’nın bu yönde attığı eleştirel adımlar Türkiye üzerinde herhangi bir etkide bulunmuyor, yani bir yaklaşım değişikliğine yol açmıyor. Tam aksine Cumhurbaşkanı Erdoğan Avrupa Parlamentosunun aldığı tavsiye kararının hiçbir değeri olmadığını ifade etti ve hatta daha  ileri gidilmesi halinde mültecilere sınır kapılarını açacağını ileri sürdü.

Avrupa ülkelerinin ve AB kurumlarının şu an itibariyle Türkiye üzerinde herhangi bir etki yeteneğine sahip olmadıkları ve uygulayacakları yaptırımların da anlamsız oldukları görülmektedir. Bunun birinci nedeni Türkiye-AB ilişkilerinin uzun zamandır fiilen durmuş olmasıdır. Avrupa Parlamentosu’nun dondurulması yönünde tavsiye kararı verdiği üyelik müzakereleri hukuken olmasa da fiilen uzun yıllardır zaten dondurulmuş durumdadır. Üstelik bu durum Türk tarafının müzakerelerde üzerine düşeni yerine getirmemesinden değil Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkan birlik üyelerinin tutumlarından kaynaklanmaktadır. Zaten ilerlemeyen müzakerelerin dondurulmasının herhangi bir yaptırım gücü olmayacağı gibi, müzakerelerin ilerlemiyor olmasının Türkiye’de yarattığı bıkkınlık AB’nin aldığı kararlara karşı tam bir duyarsızlığa neden olmaktadır.

İkinci nedense AB’nin ve Avrupalı siyasilerin 15 Temmuz sürecinde Türkiye’ye gerekli desteği vermemiş olmalarıdır. Bu süreç Türkiye’de ciddi bir hayal kırıklığı yaratmıştır. Darbe girişimi sırasında ve sonrasında demokrasiye beklenen desteği vermeyen siyasi aktörlerin darbe sonrasında alınan önlemlere karşı seslerini yükseltmeleri hem hükümet düzeyinde hem kamuoyu nezdinde samimi ve inandırıcı bulunmamaktadır.

Üçüncü bir neden olarak AB’nin kendi içinde yaşadığı sorunlar gösterilebilir. AB 2008 ekonomik krizinden ciddi anlamda etkilenmiştir. Ayrıca  bütünleşme sürecinde ağır sorunlarla karşılaşmaya devam etmektedir. Bu anlamda Türkiye için cazip bir dış politika perspektifi sunmaktan en azından şimdilik uzaktır. AB’nin kendi politik ve güvenlik sorunlarını çözmedeki yetersizliği de bir diğer önemli etkendir. Sorunlarla mücadelede sorumluluk paylaşımı noktasında görülen açmazlar mülteci krizinde de kendisini gösteriyor. Dolayısıyla Türkiye’nin AB ile imzalamış olduğu mülteci antlaşması AB üzerinde bir baskı oluşturuyor. Bu baskı AB’nin Türkiye üzerindeki etki yeteneğini önemli ölçüde zayıflatıyor. İmzalandığı günden bu yana antlaşma uygulanıyor ama antlaşma karşılığında Türkiye’ye vaat edilenler, örneğin vizesiz dolaşım henüz yerine getirilmemiştir. Bu durum da Türkiye’nin elini güçlendirmektedir.

Görüldüğü üzere Türkiye-AB ilişkilerinde yaşanan gelişmelerin bir kırılma haline gelmesi büyük ölçüde Türkiye’nin elindedir. Çünkü AB Türkiye üzerinde etkili olma ya da yaptırım uygulama yeteneğine uzun zamandır sahip değil. Ayrıca Avrupa Parlamentosu’nun kararı ne olursa olsun AB’nin Türkiye ile üyelik müzakerelerini dondurma, üyeliği rafa kaldırma düşüncesi yok. Kısacası Türkiye-AB ilişkilerindeki yapısal sorunlar AB’nin Türkiye’yi belirli adımları atmaya ikna etme ve belirli adımları atmaktan caydırma yeteneğini yok etmiş durumdadır. AB’nin Türkiye tarafından sözüne itibar edilen bir aktör haline yeniden gelebilmesi için öncelikle müzakere sürecindeki eşitsiz ve çifte standartlı uygulamalarına son vermesi gerekmektedir.

Avrupa Parlamentosu’nun tavsiye kararına rağmen AB’nin Türkiye ile müzakereleri dondurmak istediğine yönelik mesajlar çok cılız seslerle dile getiriliyor. Ancak AB’nin fiilen donmuş olan müzakere sürecini yeniden başlatma, Türkiye’nin üyelik sürecine yeni bir ivme kazandırma arayışı da söz konusu değildir. Bir başka deyişle, AB tarafı üyelik sürecinin her zamanki haliyle sürmesini bekliyor. Türkiye ise sürecin sona erebileceği noktasında çok daha yüksek düzeyde mesajlar veriyor, hatta ülke de bir referandum yapılması tartışılıyor.

İpler Türkiye’nin elinde olsa da bu noktada ölçülü hareket edilmesi gerekiyor. Türkiye’nin AB’den üyelik sürecinin gözden geçirilmesini, diğer aday ülkelere uygulanmayan ölçütlerin kendisi için de kaldırılmasını, müzakerelerin açık uçlu değil öngörülebilir bir şekilde yeniden tanımlanmasını talep etmesi yerinde  olacaktır. Bunun tabii ki hızlı bir normalleşme ve demokrasinin güçlendirilmesi süreci içerisinde gerçekleşmesi gerekmektedir. Diğer yandan, popülist bir akıntıya kapılarak AB’den ayrılma kararında acele edilmesi en başta Türkiye’nin zararına olacaktır. Gerek AB bünyesinde olsun gerekse başka uluslararası örgütlerde olsun Batılı ülkelerle yürütülen kurumsal ilişkilerin Türkiye için önemi halen yüksektir. Bu ilişkilerin bir çırpıda yok edilmesindense Türkiye’nin uzun vadeli çıkarları ve planlamaları doğrultusunda aklı selim politikalar geliştirilmesi daha doğru olacaktır.

Doç. Dr. Emre OZAN
Doç. Dr. Emre OZAN
Lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde 2008 yılında tamamladı. Yüksek Lisans derecesini İstanbul Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’ndan 2010 yılında, Doktora derecesini ise 2015 yılında Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalında aldı. 2011-2015 yılları arasında Gazi Üniversitesinde araştırma görevlisi olarak görev yaptı. Ekim 2015’ten beri Kırklareli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde Öğretim Üyesi olarak çalışmaya devam etmektedir. İlgi alanları güvenlik çalışmaları, Türk dış politikası, Türkiye’nin ulusal güvenlik politikaları ve uluslararası ilişkiler kuramlarıdır. Doç. Dr. Emre OZAN, iyi derecede İngilizce bilmektedir.

Benzer İçerikler