Zengin bir kültüre ve ifade gücü bakımından etkili bir dile sahip olan ülkeler bu güçlerini dış politikada yumuşak güç şeklinde kullanmak istemektedirler. Tanımı, kapsamı ve kullanımıyla ilgili yapılan itirazlara ve tartışmalara rağmen 1990’lı yıllardan itibaren yumuşak güç kavramı, uluslararası ilişkiler alanında yoğun olarak kullanılmış ve halen kullanılmaya devam etmektedir. Bugün birçok ülke bilim ve teknolojiden ekonomiye, sanat ve kültürden dile kadar her alanda yumuşak gücü dış siyasetinde kullanmakta ve kendi ülkesinin tanıtımını yapmaktadır. Diğer yandan post-modernizmin getirmiş olduğu yeni anlayışla birlikte yumuşak güç-kültür ilişkisi de dönüşüme uğramıştır. Buna göre, bir ülkenin yumuşak gücü dış siyasetinde kullanması için kendi kültürünün evrensel olması gerekmemektedir. Artık kültür ve diğer yerel unsurlar da ülkelerin dış siyasetinde yumuşak güç olarak kullanılmakta hatta bu şekilde popüler hale gelebilmektedir.
İran kültürü “kadim”, İslami ve modern olmak üzere üç katmandan oluşan bir yapıya sahiptir. Bu katmanlardan hepsi de İran kültüründe tarih boyunca meydana gelen değişimler sonucu birbirine geçmiş bir vaziyette varlıklarını devam ettirmektedir. Bu bakımdan İran tarihinde önemli olan dönüm noktaları; Arya ırkına mensup olanların İran’a girmesi ve kadim İran kültürünün teşekkülü; miladi yedinci asırda İslam’ın İran’da yayılmaya başlaması; daha sonra 19. yüzyıldan itibaren İran’ın Batı kültürünün tesiri altında kalmaya başlaması şeklinde sıralanabilir. İran’ın İslam’ı kabul etmesi sonrasında eski kültürün de etkisiyle İslam’ın Şii yorumu oluşmaya ve İran kimliğinin önemli bir parçası olmaya başlamıştır. Bugün İran İslam Cumhuriyeti’nin dış siyasetinde İslami kimliğin önemli bir rolü vardır.
İran’ın kültürel kimliğinin oluşumunda birbirine geçmiş bu üç unsurun etkili olduğu açıktır. Ancak İran’da yönetime gelen farklı anlayışlara göre, bazen bunlardan biri daha fazla ön plana çıkartılmış ve diğerleri geri plana itilmiştir. Mesela İslam Devrimi’nden önce İran kültüründeki iki katmanı, yani “eski İran” ve “modern İran” katmanlarını esas alan bir kültür politikası oluşturulduğunu ve bunun dış siyasette ön plana çıkartıldığını görüyoruz. İslami kimlik bu dönemde orijinal İran kimliğine dayatılan bir olgu olarak algılanmıştır. Devrim sonrası dönemde, özellikle devrimin ilk yıllarında İslami kimlik ön plana çıkarken İran milliyetçiliği daha geri planda kalmıştır. Bugün itibariyle İran, İslam’ın yanı sıra İran milliyetçiliğinin ve modern düşüncenin birlikte etkin olduğu melez bir kimliği benimseme yolundadır.
Ayrıca, İran devrimden önce Şahlık döneminde olduğu gibi İslam Devrimi’nden sonra da kültürü bir yumuşak güç aracı ve stratejik bir enstrüman olarak kullanmaktadır. Şahlık dönemi İran’ında İslamiyet öncesi İran ön plana çıkarılıp İslami unsurlar ikincil planda kalırken, 1979 yılında gerçekleşen ve dünyada büyük yankı uyandıran İslam Devrimi’nin ilk on yılında dış politikada İslami kavramlara daha fazla önem verilmiştir. Bu 10 yıllık dönemde Tahran yönetimi, İslam Devrimi’nin evrensel olduğu görüşünden hareketle kendi ideolojisini ve devrimci bir kültürü yayma ve genişletme gayreti içinde olmuştur. Ancak İran-Irak Savaşı’nın getirmiş olduğu yıkım, ekonomik çöküntü ve Devrim Lideri Ayetullah Humeyni’nin vefatından sonra İran, daha pragmatik politikalara yönelmiş ve İslami unsurların yanında “İranlılık” meselesi de kültür diplomasisinde ön plana çıkmıştır.
İran’da Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani ve Muhammed Hatemi dönemlerinde yukarıda değinilen durumu açıkça gözlemlemek mümkündür. Bu bağlamda Rafsancani, ekonomik açılıma ve bölge ülkeleriyle işbirliğine önem vermiş; bir filozof olan Hatemi ise Huntington’un Medeniyetler Çatışması’ndan bahsettiği bir dönemde, İran’ın kendisine atfettiği bir medeniyete mensup olmasından kaynaklanan potansiyellerini ve kültürel zenginliğini kullanarak Medeniyetler Arası Diyalog girişimini başlatmıştır. Hatemi döneminin bir başka özelliği ise sivil toplumun oluşturulması ve güçlendirilmesi yönünde atmış olduğu adımlardır. Buna karşın Mahmud Ahmedinejad döneminde daha önceki dönemlerden farklı bir dış politika izlenmesine rağmen İran’ın kültür ve dil alanındaki potansiyellerinin yumuşak güç olarak kullanılmasında herhangi bir aksama meydana gelmemiştir. Bu kapsamda Ahmedinejad döneminde Nevruz, İran’ın girişimiyle uluslararası bir boyut kazanmış ve Farsça Konuşan Ülkeler Birliği’nin kurulması yönünde adımlar atılmıştır. 2013 yılında iktidara gelen Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ise İran’ın yumuşak güç kullanmasının gerekliliğinden bahsetmiş ve iktidarı döneminde de özellikle Batı ve bölge ülkelerindeki ilişkilerinde kültürü ve diğer yumuşak güç unsurlarını etkin bir şekilde kullanmıştır.
İran, devrimin ilk yıllarında yaşanan karmaşayı önlemek maksadıyla yurt dışında yürüttüğü kültürel faaliyetleri tek bir çatı altında toplamak için İslami Kültür ve İlişkiler Kurumu’nu kurmuştur. Bugün İran’ın Kültür Müşavirleri bu kurum tarafından atanmakta ve birçok ülkede faaliyet gösteren İran Kültür Merkezleri söz konusu kuruma bağlı olarak faaliyet göstermektedir. Diğer yandan 2012 yılında kurulan Saadi Vakfı da dünya genelinde özellikle Kültür Temsilciliklerinin düzenlediği Farsça kurslarına öğretmen atamakta ve ders kitabı temin etmektedir. İslami Kültür ve İlişkiler Kurumu, Müslüman ülkeler arasındaki ilişkileri sağlamak, dini-kültürel toplantılar düzenlemek ve dünyada Farsçayı yaygın bir dil haline getirmek amacıyla kurulmuştur. Söz konusu kurum Kültür Bakanlığı ile ilişkili olsa da yönetim kurulu Dini Lider tarafından atanmaktadır. Saadi Vakfı ise, Fars dili ve edebiyatını dünya genelinde teşvik etmenin yanı sıra bu alanda öğrencilerle birlikte araştırmacılara da burslar vermek ve toplantılar düzenlemekle görevlendirilmiştir.
Dolayısıyla İran 1990’lı yıllardan itibaren dış politikasında hem İslami hem de İslam öncesi döneme ait unsurların yer aldığı bir kültür diplomasisi yürütmektedir. Bu kapsamda Mustafazan Vakfı ve İslami Tebliğ Kurumu gibi yapılar bir yönüyle özerk iken diğer yönüyle de resmî ideolojinin sınırları dahilinde hareket etmektedir. Böylelikle yarı sivil toplum kuruluşları niteliğine bürünmektedirler. Sonuç olarak İran’ın kültürel diplomasisi görünürde Cumhurbaşkanı tarafından yürütülüyorken; kültür diplomasisinde etkin olan söz konusu kurumların devletin asli kurumu konumundaki Dini Lidere bağlı olması, dış politika yapım sürecinde ve kültür araçlarının kullanılmasında bir karmaşaya ve iki başlılığa neden olmaktadır.