ABD’nin aslında sadece Esad’ı değil, Türkiye’yi de hedef aldığı bir kez daha görülmüştür. ABD ilk fırsatta Türkiye’yi yeniden kazanma peşindedir ve bu konuda yalnız değildir. Avrupa Birliği ve NATO ile ortak bir dayanışma içerisinde hareket ettiği dikkatlerden kaçmamaktadır. Suriye’deki hedeflere yönelik saldırı sonrası yaşananlar bunu bir kez daha teyit etmektedir.
Saldırının mükemmel bir şekilde gerçekleştiğini söyleyen Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un, “Bu saldırıyla Türkleri Ruslardan ayırdık. Türkler kimyasal silahları kınadı.” ifadeleri ile NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in açıklaması ve Wall Street Journal (WSJ) gazetesinde yer alan bir son dakika haberi bu kapsamda aynı kapıya çıkmakta.
Macron’un açıklaması kısaca yukarıda yer aldığı gibi. NATO Genel Sekreteri ise ana hatlarıyla şunları söylüyor: 1) ABD, Fransa ve İngiltere’nin Suriye’ye düzenlediği hava operasyonu Esad rejimi ve destekçileri Rusya ve İran’a verilen açık mesajdı. 2) Türkiye’nin operasyona desteği memnuniyet verici. 3) Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi satın alması ulusal bir karardır. 4) Türkiye ile çalışmaya devam edeceğiz.
Wall Street Journal (WSJ) gazetesi, ABD’nin Suriye’deki askerlerinin çekilmesinin ardından Araplardan oluşan bir birlik kurmayı planladığını bildirdi. Üstelik Arap birliği bölgedeki terör örgütü IŞİD’in temizlenmesinin ardından hayata geçirilecek. Bu arada, ABD Savunma Bakanlığının (Pentagon) 2019 bütçesinde Suriye’de PYD terör örgütünün de dahil olduğu 60 ila 65 bin kişilik bir gruba silah ve mühimmat talebinde bulunduğuna yönelik haberi de bu kapsamda not etmek gerekiyor.
Peki, tüm bu gelişmeler neye işaret ediyor, bunları nasıl okumak gerekir. Sıralayalım:
ABD/Batı, Türkiye-Rusya-İran üçlüsünden; bir diğer ifadeyle Astana-Soçi süreçlerinden, bunun operasyonel anlamda sahaya ve diplomasi masasına yansımasından, oyun bozuculuğundan ciddi anlamda rahatsızdır.
ABD/Batı, bu üçlü arasındaki işbirliğini bozmak istemektedir. Birçok açıdan Türkiye buradaki en zayıf halka olarak görülmektedir. Bu hususta ABD/Batı’nın sahip olduğu sonuç alıcı deneyimler fazlasıyla cesaretlendirici bir rol oynamaktadır.
Türkiye-Rusya-İran üçlüsü arasında devam eden “güven sorunu”, ABD/Batı açısından sonuna kadar değerlendirilmesi gereken önemli bir fırsat olarak görülmektedir. Nitekim Macron’un saldırı sonrası yaptığı çıkışın ve NATO Genel Sekreteri’nin yaptığı açıklamaların temel hedefinin bu sorunu daha da derinleştirmek olduğu dikkatlerden kaçmamaktadır.
Türkiye-Rusya-İran üçlüsü halen hassas bir zemin üzerinde hareket etmektedir. 24 Kasım 2015’te yaşanan kriz bu bağlamda fazlasıyla cesaret verici olmaya devam etmektedir. ABD/Batı böylesi yeni bir krizin peşindedir. Rusya ve İran bunun için provoke edilmeye çalışılmaktadır.
Üçlü ilişkilere özellikle Türkiye boyutuyla hâkim olan zorakilik ve kırılganlığın temelinde ABD/Batı tehdidi algısı belirleyici bir yere sahiptir. Bu algıyı kırmak için ABD/Batı son dönemde bir takım adımlar atmaktadır. Bunun başında da devamlı surette “işbirliği” çağrıları ve “birliktelik” mesajları gelmektedir.
2019 bütçesi ve ABD askerlerinin yerine bir Arap Ordusu çıkışı ise Türkiye’ye mevcut tavrını devam ettirmesi halinde “Kürt-Arap İttifakı”nı içine alan daha büyük bir problemin ortaya çıkışıyla ilgili bir ihtar gibi durmaktadır.
Bir diğer ifadeyle, Türkiye’nin güneyine, Suriye’nin kuzeyine yerleştirilmesi gündeme gelen “Arap Gücü” Ankara’yı işbirliğine zorlamaya yönelik planın 2013’ten bu yana (Mısır’daki askeri darbe ve sonrası) devam eden bir başka versiyonudur. Bu plan ile Türkiye-Arap Dünyası bir kez daha karşı karşıya getirildiği gibi, bölge Kürtlüğü ile de sorunu derinleştirilmek istenilmektedir. Bu husus, BOP’taki iki devlet oluşumu ve bunların hami güçlerini akıllara getirmektedir.(Bu arada hatırlatalım, Türkiye ABD’ye DEAŞ’ı temizlemek için Cidde merkezli “İslam Ordusu” ile “biz bu işi yaparız, sen salla PYD-YPG/PKK terör örgütünü” dediğinde, o zaman Washington “olmaz” demişti. Peki, şimdi değişen ne?)
Rolünü Abartan Fransa Ne Yapmaya Çalışıyor?
Bu krizde Çin kadar dikkat çeken bir diğer aktör de kuşkusuz Fransa oldu. Gerçi Fransa Arap Baharı’ndan bu yana kendisine rol çalma peşinde. Bunu tek başına yapamayacağını bildiği için de kriz fırsatçılığı yapıyor ve kendisine gereğinden fazla önem atfediyor.
Fransa’nın ABD ve Almanya’ya rağmen bir şey yapamayacağını sağır sultan bilirken, Macron’un bu çıkışlarını nasıl değerlendirmek gerekir? Aslında cevap çok basit: Kompleks! İngiltere’nin çok kutuplu bir dünya için kendisine yeni bir yol haritası çizdiği, Almanya’nın kararlı bir şekilde bu politikasını sürdürdüğü bir dönemde Fransa’nın bunun dışında kalması pek mümkün değil.
Açıkçası, Fransa bir kutup olmak istiyor; fakat gücü yok. Daha da ötesi başta Trump olmak üzere hiç kimse onu ciddiye almıyor. Dolayısıyla Fransa’nın tek başına bir rol oynayabilmesi mümkün değil. Bunun için kendisini olduğundan daha fazla güçlü-önemli bir aktör göstermek suretiyle bu hedefine ulaşmak istiyor. Trump ile birlikte hareket etme “mecburiyeti” de bundan kaynaklanıyor.
Dolayısıyla Fransa “çakal-sırtlan karışımı” bir tutum sergilemek suretiyle, kendisine bir çıkar alanı elde etmeye çalışıyor. Fakat bu çıkışları onu Batı’nın kullanılabilir, istenmeyen adamı rolüne itebilir; özellikle de ABD-Almanya ikilisi açısından. En azından Almanya Fransa’nın bu tür çıkışlarını uzun bir süre daha kaldıramaz.
Ve son bir husus: Macron’un ülkesinin ABD ve İngiltere ile birlikte Suriye’ye saldırarak Türkiye’yi Rusya’dan ayırdığını söylemesi, ABD’nin çok da arzulamadığı açık bir itiraftır. Daha da ötesi ABD politikalarını ya da Trump’ı yönlendiren bir ülke/lider imajı çizmesi de bardağı taşıran son damlalardan birine benzemektedir.
Açıkçası, Fransa hiç bu hallere düşmemişti. Yazık!