Tarih:

Paylaş:

Suriye Satrancı: ABD Şah mı Dedi?

Benzer İçerikler

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) tarihinin en ilginç ve öngörülemez başkanlarından olan Donald Trump’ın geçtiğimiz günlerde Suriye’de bulunmalarının nedeni olan Devlet’ül Irak ve’ş Şam (DAEŞ) terör örgütünü yendiklerini ve bu nedenle de artık Suriye’de bulunmalarına gerek kalmadığını sosyal medya sitesi Twitter’daki hesabı üzerinden açıklaması, başta Suriye merkezli gelişmeler olmak üzere bütün bölgesel konjonktür üzerinde etkili oldu. Esasında ABD Başkanı’nın bu hamlesinin sürpriz olmadığı; yalnızca zamanlamasının şaşırtıcı olduğu ifade edilebilir. Zira gerek önceki Başkan Barack Obama’nın gerekse de Donald Trump’ın hem kamuoyu açıklamalarında hem de kendi dönemlerinde yayınlanan strateji belgelerinde, ülke sınırları dışındaki Amerikan askerlerinin maliyetlerinden dolayı duydukları rahatsızlığı dile getirdikleri bilinmektedir. Ancak her iki başkan döneminde de Beyaz Saray menşeili irade beyanlarına rağmen kimi zaman Merkezi İstihbarat Teşkilatı/Central Intelligence Agency (CIA) kimi zaman da Savunma Bakanlığı (Pentagon) tarafından gösterilen dirençten dolayı ABD, ülke toprakları dışında asker bulundurmaya devam etmiştir. Trump’ın sosyal medya deklarasyonundan kısa süre önce de hem Pentagon hem de Suriye Özel Temsilcisi Brett McGurk’ın açıklamaları, ABD’nin Suriye’den çekilmeyeceği yönündeydi.

ABD’de karar alma mekanizması ve süreci dikkate alındığında, genel itibarıyla bürokrasinin ve teknik uzmanların açıklamalarına tezat yaratacak hamlelerin politikacılar tarafından çok da tercih edilen bir seçenek olmadığı görülmektedir. Ancak ezberleri bozma noktasında başarılı olan Trump, devletinin Suriye’deki askeri varlığına ilişkin aldığı kararla, bir kez daha genel işleyişin dışında bir gelişmenin yaşanmasına ve aktörlerin hazırlıksız yakalanmasına sebep olmuştur. Trump’ın bu kararı almasının nedenleri arasında hem iç politik hem de dış politik hususların etkili olduğu gerçeğinden hareketle, kararın ilerleyen süreçte özelde Suriye’de ve geneldeyse tüm Ortadoğu coğrafyasında önemli sonuçlar doğuracağı öngörülebilir.

Bahse konu olan kararın yaratacağı sonuçlara ilişkin öngörülerde bulunmadan önce, Trump’ın böyle bir karar almasının nedenlerine dair bir okuma yapılması gerekmektedir. Adaylığından itibaren ekonomiyi merkeze alan bir politika izleyeceğinin sinyallerini veren Trump, göreve başladıktan sonra “Önce Amerika/First America” sloganıyla seçim vaatlerinden vazgeçmeyeceğini net bir şekilde ortaya koymuştur. Bu noktada 2017 yılının Aralık ayında kamuoyuyla paylaşılan Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi’nin (National Security Strategy-NSS) ekonomik öncelikler üzerinden tesis edildiği de vurgulanmalıdır. Nitekim küresel liderliğine en ciddi meydan okumanın uluslararası ekonomi düzleminde gerçekleştiğini gören Washington, başta Çin olmak üzere Asya, Avrupa ve Latin Amerika ülkelerini negatif anlamda etkileyen gümrük vergilerini ve yeni bir gümrük politikasını hayata geçirmeye çalışmaktadır.

Ekonomi bağlamında meselenin uluslararası ticaret boyutunun yanı sıra ABD’nin küresel ölçekli organizasyon ve stratejilerin ağır maliyetlerini tek başına üstlendiği ama faydaları diğer devletlerle paylaştığı düşüncesi de Washington yönetiminin dış politika yönelimlerini etkilemektedir. Bu nedenle ABD’li yetkililer tarafından zaman zaman Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü’nün (North Atlantic Treaty Organization-NATO) varlığı bile tartışmaya açılmıştır. Dolayısıyla Amerikan askerlerinin Suriye ve diğer ülkelerdeki mevcudiyetlerinin ekonomik maliyeti dikkate alındığında, Trump’ın çekilme kararının temelinde iktisadi bir bölge okumasının yer aldığı iddia edilebilir. Ancak “Kararın arkasındaki tek gerekçe ekonomi midir; yoksa Beyaz Saray yönetimi bu hamlesiyle Suriye satrancında “şah” mı çekmiştir?” sorusunu da tartışmaya açmak gerekmektedir.

2011 yılından itibaren iç savaş gerçeğini yaşayan Suriye’ye yönelik politikasını net bir şekilde ortaya koymayan ABD, yaklaşık sekiz yıl boyunca olağanüstü gelişmeler olmadığı müddetçe krize angaje olmamaya çalışmıştır. Bu bağlamda Trump yönetiminin göreve geldiği ilk günlerde Rusya’yla dolaylı bir süreç yönetimi dahi söz konusu olmuştur. ABD, her ne kadar Rusya’yı geleneksel rakip ve öteki olarak görse de daha ciddi bir tehdit olan Çin’i söz konusu ülkeyle dengelemeye çalışmış ve Suriye’de Moskova yönetiminin alan kazanmasına kısmen göz yummuştur. Rusya’nın İran’la olan ilişkileriyse, Washington yönetimi açısından hem doğrudan hem de İsrail ve Suudi Arabistan gibi müttefiklerden ötürü dolaylı olarak sorun teşkil etmektedir. ABD bu noktada da vekil aktör olarak kullandığı terör örgütleri üzerinden dengeleme ve çatıştırma stratejisini aktive etmiştir. Ancak bu strateji hem sahada başarılı olamamış hem de Türkiye gibi önemli bir müttefik ve NATO üyesinin Rusya-İran bloğuna yakınlaşmasına sebebiyet vermiştir. İşte bu noktada Beyaz Saray, bir yandan söz konusu üçlü işbirliğini öte yandan da Suriye’nin ve dolayısıyla Ortadoğu’nun geleceğinin seyrini önemli ölçüde etkileyecek stratejik bir hamle yapmıştır. Bu hamle ve verdiği mesaj ise şu şekildedir: Uluslararası terörle mücadele bağlamında DEAŞ yenilgiye uğratılmıştır. Anti-terör kampta yer alan ABD’nin liderliğindeki medeni dünya yeni bir zafer elde etmiştir. Bu nedenle de artık Amerikan askerlerinin evlerine dönme zamanı gelmiştir.

Yeni nesil savaşların etkin bir biçimde yaşandığı Suriye Krizi’nde diğer tüm politika süreçlerinde de olduğu gibi, algı operasyonlarının en az realite kadar etkili olduğu gerçeğinden hareketle, Beyaz Saray yönetiminin hem iç hem de uluslararası kamuoyuna bir algı operasyonu çektiği aşikârdır. Ancak mesele bununla da sınırlı değildir. Zira Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna operasyon yapacağını açıklamasının ardından ani bir şekilde ABD’nin çekilme kararı almasının tek bir amaca yönelik olmadığı ortadadır.

Çünkü ekonomik gerekçelere rağmen Menbiç/Münbiç’ten çekilmeyen ve uzun bir süredir Ankara’ya karşı direnç gösteren ABD’nin Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna operasyon kararı almasının akabinde Menbiç’ten çekilmesi ve terör örgütü PYD/YPG’yi yalnız bırakması, Ankara-Moskova-Tahran ittifakını hedefe koyan bir stratejinin ilk hamlesi olabilir. Bu hamleyle Türkiye’ye jest yaptığı mesajını işleyecek olan Washington yönetimi, sorunlu ilişkileri revize etmek suretiyle Ankara’nın Rusya ve İran ikilisine daha fazla yaklaşmasının önüne geçilmesini hedeflemiş olabilir.

Meseleye farklı bir pencereden bakıldığındaysa ABD’nin çekilmesi, Türkiye’nin operasyon yapmasını ve alan kazanmasını engelleyen bir hamle olarak ele alınabilir. Çekilmenin ardından Esad güçlerinin PYD terör örgütüyle işbirliği içerisinde Menbiç’e yerleşmesi de Ankara açısından operasyon seçeneğinin yeniden gözden geçirilmesi ve zora girmesi sonucunu doğuracaktır. Bu hadiseye Esad güçleriyle birlikte veya rejim bünyesinde İran’ın paramiliter kuvvetlerinin de Menbiç’e kayması üzerinden bakıldığında, Trump’ın çekilme kararı hem Türkiye’ye karşı doğrudan bir ön alma hem de Türkiye-Rusya-İran işbirliğini dinamitleme olarak yorumlanabilir.

ABD’nin çekilmesi noktasında ele alınması gereken son husus ise bölgedeki tüm aktörlerin uzun yıllar boyunca silahlandırılması suretiyle çetin bir çatışmanın alt yapısının oluşturulduğu gerçeğidir. Dolayısıyla ABD, bölgesel bir savaşın alt yapısını oluşturduktan sonra çekilmek suretiyle tarafları birbiriyle çatıştırmayı ve “böl-parçala-(çatıştır)-yönet” olarak kavramsallaştırılabilecek Batı emperyalizminin geleneksel politikasını hayata geçirmeyi amaçlıyor olabilir. Böylece bir yandan çatışan aktörlere silah satarak ABD ekonomisi canlı tutulacak diğer yandan da tüm aktörlerin birbiriyle çatışmasıyla enerjileri tükenecek ve kapasiteleri eriyecektir. Son aşamada da çatışmayı ve kaosu sona erdirmek için ABD’nin bölgeye müdahalesi meşru kabul edilecek ya da en azından böylesi bir müdahaleye rıza gösterilecektir. Netice itibarıyla “uluslararası sistemin başat aktörü ve uluslararası barışın garantörü ABD!” yeniden kurtarıcı rolünü üstlenecektir.

Sonuç olarak alt yapısını ekonomik nedenlerin oluşturduğu çekilme kararı, esasında çok farklı amaçları da bünyesinde barındıran stratejik bir hamle olarak yorumlanabilir. Bu bağlamda tarihsel bir okuma yapıldığında, ABD’nin ilk Atlantik ötesi müdahalesinin 1801 yılındaki Berberi Savaşları olduğu belirtilmelidir. Bu tarihten günümüze kadar dünyanın çeşitli bölgelerine ellinin üzerinde askeri müdahalesi olan ABD’nin müdahale ettiği hiçbir ülke veya bölgeyi terk etmediği gerçeğinden hareketle, Suriye’deki asker sayısını azaltması veya bu ülkeden askerlerini çekmesi, bir terk etme şeklinde değil de politik hamle olarak okunmalıdır. Dolayısıyla ABD’nin hamlesine de bu gerçeğe odaklanılarak cevap verilmelidir.

Dr. Kadir Ertaç ÇELİK
Dr. Kadir Ertaç ÇELİK
ANKASAM Uluslararası İlişkiler Danışmanı Dr. Kadir Ertaç ÇELİK, lisans eğitimini Uludağ Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde, yüksek lisans ve doktora eğitimini ise Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda tamamlamıştır. Günümüzde Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi olan Çelik’in başlıca çalışma alanları Uluslararası ilişkiler kuramları, Amerikan dış politikası, Türk Dünyası, güvenlik ve stratejidir.